İslamdan Önce İnsanlığın haliİslamdan
Önce İnsanlığın hali
Peygamberimiz Aleyhisselâm İslâm Dinini insanlara bildirmek vazifesiyle
gelmezden önce, insanlık âlemi iki büyük devletin tesiri altında yaşıyordu.
Bunlar Peygamberimizin memleketi olan Arapistan Yarımadasına komşu bulunan
Bizans ve İran Devletleri idi. Yine insanların inandıkları, yolunda gittikleri
dinler arasında Hıristiyanlık, Musevîlik mecusîlik ve putperestlik hüküm
sürüyordu. Fakat Bizanslıların, Romalıların inandıkları din olan Hıristiyanlık,
İncil'in eski devirlerden beri değiştirilip aslından uzaklaşılmasıyla İsa
Aleyhisselâmın getirdiği şeriatla büyük ölçüde ilgisini kesmişti. Üstelik Roma
medeniyetinin putperestliği, kötü ahlâkı, her türlü perişanlığı da dinî
inançlara karıştırılmış, iş çığırından çıkmıştı. Papazların şahsî düşüncelerine
göre, din hükümleri çıkarttıkları, para ile Cennet sattıkları, günahkârları
afvetme gibi hayâllere daldıkları Hıristiyanlığın bir de üçlü ilâh sapıklığına
bulaşmasıyla da hak dinle uzaktan yakından hiç ilgisi kalmamıştı.
Yahudilerin
sahip çıktığı Musevîlik ise, yine bu milletin kendi sapıklıklarını din içine
sokmalarıyla, Musa Aleyhisselâmın getirdiği şeriattan uzaklaşmıştı. Yahudiler,
kendi peygamberlerinden sonra yeni bir şeriatla gelen İsa Aleyhisselâma
düşmanlık yapmakla da hak yoldan tamamiyle mahrum olmuşlardı.
İranlılar da, Mecusîlik adı verilen ateşperestlik yani ateşe tapma
gibi sapık bir dinin içindeydiler. Araplar ise putlara tapıyorlardı. Bu arada
komşuları olan Hıristiyan ve yahudi milletlerin tesirinde kalarak bu dinlere
girenleri de vardı. Ancak bunlar, putperest Araplara göre oldukça az, bir kısım
kabilelerdi. Zaten putperest düşünce ve davranışlar, Hıristiyanlık ve yahudilik
gibi diğer dinler içerisine de girmişti.
Araplar
içerisinde İbrahim Aleyhisselâmın şeriatı üzerine devam eden, Allahü Teâlâ'nın
birliğine iman eden "Hanifler" de vardı. Ancak bunlar adetleri belli olacak
kadar az bir sayıdaydılar. Araplar ahdine vefâ göstermek, müsafire ikramda
bulunmak, sünnet olmak, tırnak kesmek gibi Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail'den
kalma bazı sünnetleri de yapıyorlardı. Ne var ki, hak din üzere olmadıkları için
cahillik onları esir etmişti.
Cehaletin
getirdiği kötülükler içerisinde, kabileler arasında kan davaları sürüp
gidiyordu. Sadece haram ay sayılan Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem denilen
dört ayda harbi bırakıyorlardı. Kabileler halinde idare olunduklarından, Kabe'de
her kabileye ait olmak üzere 360 adet put doldurulmuştu. Kurulan panayırlarda,
yaşayış şartlarından çok ileride edebiyat yarışmaları yapılıyor, şairler ve
hatipler insanları hayli tesir altında tutuyordu.
İnsan hakları
ayak altına alınmış, güçlüler zayıfları eziyor, köleler ve esirler içler acısı
bir halde yaşıyor, kadınlara önem verilmiyor, kız çocukları geçim sıkıntısı veya
damat ayıbı korkusuyla diri diri toprağa gömülüyordu. Ahlâksızlık her tarafı
kaplamıştı.
İşte gerek
Arabistan Yarımadası'nın içine düştüğü cahillik, gerekse Bizans ve İran
Devletlerinin hüküm sürdüğü yerlerdeki sapıklık ve ahlâksızlık, birbirinden
aşağı kalır şekilde değildi. Bütün insanlık âleminin karanlık bulutlar altında
ve karışıklık içerisinde yaşadığı bir devirde, onları bu alçak ve bayağı
hayattan kurtarıp ebedî kurtuluş ve saadete ulaştıracak bir Peygamber
bekleniyordu. Hıristiyan ve yahudilerin mukaddes kitapları böyle bir peygamberin
geleceğini, zamanının yaklaştığını bütün alâmetleri ile müjdeliyordu. Bu
peygamberin Hazreti İbrahim soyundan, Mekke taraflarından çıkacağına dair
bilgiler veriliyordu.