TurkuazForum | Bilgi Paylaşım Platformu
FORUMUMUZDAN DAHA IYI YARARLANMAK ICIN UYE OL
TurkuazForum | Bilgi Paylaşım Platformu
FORUMUMUZDAN DAHA IYI YARARLANMAK ICIN UYE OL
TurkuazForum | Bilgi Paylaşım Platformu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
TurkuazForum | Bilgi Paylaşım Platformu

|
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Sitemize Moderator Alımları Başlamıştır
Kullanıcıların Dikkatine Forum Kuralları Oluşturulmuştur Bütün Kullanıcılar Lütfen Okusun
Forum Kurallarını Bütün Kullanıcılar Okumuş Sayılmaktadır
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Cradle of Persia 1.08 (Portable)
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyCuma Tem. 16, 2010 4:42 pm tarafından kizilcakisla

» Moderatorluk Kuralları
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyCuma Tem. 16, 2010 4:21 pm tarafından kizilcakisla

» HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:09 pm tarafından k058

» Erkek kadına dedi ki:
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:09 pm tarafından k058

» BİR AĞAÇ OLSAM
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:08 pm tarafından k058

» GÜZEL NE GÜZEL OLMUŞSUN
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:08 pm tarafından k058

» SENİ ÖZLEMEKTEYİM YAR
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:07 pm tarafından k058

» İsimsiz sorgularımın
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:07 pm tarafından k058

» Ben sana mecburum
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyPerş. Şub. 04, 2010 3:06 pm tarafından k058

Kimler hatta?
Toplam 4 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 4 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 14 kişi Cuma Mayıs 07, 2021 7:39 pm tarihinde online oldu.
En iyi yollayıcılar
k058
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
Admin
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
3bub3kir
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
eşrefpaşahastanesi
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
coskun.cnd
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
esperaldo
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
kizilcakisla
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
ruya-tabiriniz
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
KaRa_SoN
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
cayluk
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_lcapİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Voting_barİlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Vote_rcap 
Üye Paneli
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) ConfigureProfiliniz                 
Bilgiler
Seçenekler
İmza
Avatar

İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Kwalletmanager Sosyal                    
Arkadaş ve Tanınmamış
Üye listesi
Grup
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Newmsg Özel Mesaj            
 Yeni Özel Mesaj
Gelen Kutusu
ÖM Gönder
 Saklanan Ö. Mesajlar
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Kthememgr Forumdan             

 

 İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
k058
Yönetici
Yönetici
k058


Canlı
Uyarı Seviyesi : Uyarı Yok
Balık
Mesaj Sayısı : 284
Kayıt tarihi : 04/06/09
Yaş : 30
Lakap : Paylaşımcı | Admin

İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) Empty
MesajKonu: İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610)   İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610) EmptyC.tesi Ocak 30, 2010 11:45 pm

İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610)İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi
(M.610)




Bütün insanlık kara bir cehalet, akla hayale gelmez sapıklıklar
içinde yüzüyordu. Akıl sahipleri ve tevhid inancı içinde olan çok az bir gurup
insan, âlemi aydınlatacak hakikat güneşinin yakında doğacağını anlıyorlar,
söylüyorlar ve dört gözle bekliyorlardı. Mekke'de bulunan tevhid inancına sahib
Hanifler de, Hıra Dağı, (diğer adılya Nur Dağı)'ndaki özel yerlerine, mağaralara
çekilip Allahü Teâlâ'ya ibadet ile uğraşıyorlardı.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm da Ramazan ayı gelince, yanına zeytin, su ve kuru ekmekten meydana
gelen azığını alır, orada inzivaya çekilir, Allahü Teâlâ'ya ibadete dalardı. Bu
ibadeti, olanlardan ibret almak, hakikati düşünmek, iç âleminde murakabeye
varmak şeklinde oluyordu.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm 40 yaşına girdiği zaman kendisine Nebîlik, 43 yaşında ise Rasüllük
geldi. Nebîlik doğru rüyalarla başlamıştı ki, altı ay müddetle rüyasında
gördükleri aynen çıkıyordu.

Milâdî 610
yılının Ramazan ayında yine böyle Hıra Dağına çekildiği sırada, ayın 17'sine
rastlayan Pazartesi gecesi seher vaktinde, bulunduğu mağaranın içinde bir ses ve
bir nurla irkildi, dehşete kapıldı. Allahü Teâlâ tarafından kendisine gönderilen
Melek, Cebrail Aleyhisselâm ilk vahyi getiriyor, Alak Sûresi'nin ilk âyetleri
olan "Allah'ın ismiyle oku!" emrini bildiriyordu. Hazreti Cibril bu ilk
gelişinde, Fahri Kâinat Efendimize okumayı, abdest almayı ve namaz kılmayı
öğretti.


Peygamberimiz Aleyhisselâm, saadetti hanesine ilahî vahyin heybetinden korkmuş
bir halde döndü. Hazreti Hatice'ye kendisini örtmesini söyledi. Biraz istirahat
edip kendine geldikten sonra, olanları anlattı. Hazreti Hatice, her zaman olduğu
gibi, Peygamberimizin Peygamberlik vazifesinde de ilk yardımcısı oluyordu. O'nu,
tesellî edip büyük bir nimetle karşı karşıya olduğunu anladı ve anlattı. Amcası
Varaka'ya olanları bildirdiler. Varaka eski kitabları okumuş, tevhid inancı
üzerine olan Haniflerdendi. Duydukları karşısında, Peygamberimiz Aleyhisselâmı
tebrik etti. Kendisinin peygamberlikle vazifelendiğini, başına gelecek
güçlükleri anlattı. Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâmın İslâm'a çağırma zamanına
yetişemeden öldüğü için, O'na yardımcı olmak emeline kavuşamadı.

Allahü Teâlâ,
Peygamber Aleyhisselâmı yavaş yavaş mukaddes vazifesine alıştırdıktan sonra, üç
sene geçince Hazreti Cibril gelerek ilâhî emirleri anlatma ve azabdan korkutma
vazifesine başlamasını bildirdi. Bundan sonra Cebrail Aleyhisselâm 23 sene
boyunca Kur'an âyetlerini, ilâhî emirleri getirmeye devam etti Peygamberimiz
Aleyhisselâmın büyük vazifesi de, 13 senesi Mekke'de, 10 senesi de Medine'de
olmak üzere yaklaşık 23 yıl devam etti.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm, bütün âlemlere rahmet, insanların ve cinlerin hepsine kılavuz ve
kurtarıcı olarak gönderilmişti. Bu son ve tam dine İslâm, ona teslim olup
emirlerini kabul edenlere, inananlara Müslüman ve Mümin denildi.
İlk
Müslümanlar




Peygamberimiz
Aleyhisselâm, vazifeye ilk başladığı zaman, insanları gizli olarak dine
çağırıyor, saklı yerlerde buluşup ibadet ediyorlardı. İslâm ile ilk önce
şereflenen ve Peygamberimiz Aleyhisselâmla namaz kılan zevcesi Hazreti Hatice,
en yakın arkadaşı ve dostu Hazreti Ebû Bekir, amcasının oğlu genç Hazreti Ali ve
âzadlı kölesi Hazreti Zeyd b. Harise'dir.

Daha sonra
Hazreti Ebû Bekir'in yol göstermesiyle Hazreti Osman b. Affan, Hazreti
Abdurrahman b. Avf, Hazreti Sa'd b. Ebî Vakkas, Hazreti Zübeyr b. Avvam, Hazreti
Talha b. Ubeydillah ye Hazreti Ebû Ubeyde b. Cerrah müslüman oldular. İşte
bunlara "İlk Müslümanlar adı verilir. Sonradan Hazreti Ömer'in katılmasıyla bu
10 erkek müslüman "Aşere-i Mübeşşere = Cennetle Müjdelenen Onlar" adıyla
anılmış, sahabilerin en büyükleri olmuşlardır.
Alenî Davet
Başlıyor (M. 613 - İslamın 4. Yılı)




Peygamberimiz
Aleyhisselâm; ilk üç sene insanları el altından, gizliden gizliye islâm Dinine
girmeye, putları terketmeye çağırıyordu. Hazreti Ebû Bekir başta olmak üzere
diğer müminler de O'na yardımcı olmaya çalışıyorlar, dostlarını, yakınlarını bu
hak dine davet ediyorlardı. Bu üç sene içerisinde müslümanların sayısı 30'u
biraz geçmişti. İbadetlerini ise evlerinde, gizli yerlerde yapabiliyorlar,
Mescid-i Haram'a girip duâ edemiyorlardı. Kur'an âyetlerini ve hükümlerini
öğrenmeleri de yine gizlilikle yürüyordu. Sahabîlerin meydana çıkma isteği
karşısında, Peygamberimiz Aleyhisselâm henüz az olduklarını söylüyordu.

Nihayet
peygamberliğin dördüncü yılına rastlayan Mîlâdî 614 senesinde, Hıcr Sûresi'nin
94'ncü âyetiyle bildirilen "Emrolunduğunu açıkça, çatlatırcasına bildir!" ilâhî
emri geldi. Peygamberimiz Aleyhisselâm da vahyin bu emrine uyarak insanları
açıktan açığa hak yola çağırmaya başladı. Önce en yakınlarını, akrabalarını,
dostlarını ziyaret ederek İslama davet etti. Bu yüce dinin güzelliklerini
anlatarak onları kötülüklerden uzaklaştırmaya çalıştı.

Mekke
kâfirleri, müslümanların yeni bir dinle ortaya çıkmasından hoşlanmamışlardı.
Ancak kendilerine bir zararları olmadığı için de pek fazla ses çıkarmıyorlardı.
Ancak putlara tapmalarının yanlış ve sapık bir hareket olduğu, gittikleri yolun
kötü sonuçlar vereceği gibi hakikatler bildirilmeye başlanınca, düşmanlıklarını
ortaya döktüler. Bu düşmanlıkları alay ve hakaretle başladı, sonraları ezâ,
cefâ, işkence, ticarî ve medenî sıkıntılara düşürme, şiddet kullanma şeklinde
devam etti.
Kabul
Etmiyorlar




Şuarâ
Sûresi'nin 214 ilâ 216'ncı âyetlerinin gelmesiyle en yakınlarından başlayarak
Allah'ın azabıyla korkutma emri bildirilince, Peygamberimiz Aleyhisselâm
akrabasını topladı. Putları terketmeleri-ni Allahü Teâlâ'ya ibadette
bulunmalarını, iyilikleri ve kötülükleri anlattı. Peygamberimizin karşısına ilk
çıkan amcası Ebû Leheb oldu. Nitekim, Allahü Teâlâ'nın emirlerini bildirmek için
Mekke halkını Safâ tepesine topladığında; kendisinden şimdiye kadar bir yalan
duyup duymadıklarını, şu tepenin arkasında bir düşman ordusu bulunduğunu haber
verse inanıp inanmayacaklarını sormuş, kendisine "Emîn" lâkabını verdikleri
kimseye elbette inanacaklarını, ondan hiç bir yalan duymadıklarını söyleyen
insanlar, O'nun Peygamberliğini bildirip iman etmeleri teklifine bir şey
diyememişlerdi. Ebû Leheb ise yine küstahlığını gösterip hakaret etmeye
kalkışmış, karısıyla kendisi hakkında Tebbet Sûresi'nin nazil olmasına sebep
olmuştu.

Kureyş
müşrikleri haklarında azâb âyetleri gelince, müminlere eziyet etmeye başladılar.
İslâmın yayılmasını, müslümanların çoğalmasını önlemek için ezâ ve cefâdan geri
durmadılar. Bir taraftan da, Fahri Kâinat Efendimize, amcası ve koruyucusu Ebû
Tâlib'e başvurarak yeni bir din ortaya çıkarmaktan, putlarına dil uzatılmasından
vazgeçilmesine çalıştılar. Fakat imkânsız bir şey istedikleri için, red cevabı
aldılar. Bunun üzerine zayıf ve kimsesiz müminlere işkence etmeye
giriştiler.
İŞKENCELER
BAŞLIYOR




Peygamberimiz
Aleyhisselâm ve diğer kabile ve akrabası kuvvetli olan bazı müslümanlara bir şey
yapamıyorlarsa da, fakir, zayıf ve kimsesiz müminlere göz açtırmıyorlardı.

Dinlerinden
döndürmek ve onlara bakarak başkalarının da iman etmesini önlemek için,
akıllarına gelen her türlü eziyet ve işkenceyi uyguluyorlardı.

Kâfirlerin bu
işkenceleri arasında, müminler öz oğulları bile olsa, aç susuz bırakmak,
hapsetmek, bayıltıncaya kadar dövmek, yaralamak, kanlar içinde bırakmak, kızgın
güneşin altında üzerine kayalar koyarak bekletmek, kızgın demirlerle dağlamak
gibi insanlık dışı usuller vardı.

İslâmın ilk
devirlerinde işkence gören bu müminler arasında en meşhurları Hazreti Bilal
Habeşî, Hazreti Ammar b. Yâsir ve babası Hazreti Yâsir ile annesi Hazret!
Sümeyye, Hazreti Habbab b. Eret, Hazreti Suheyb b. Sinan Rumî, Hazreti Ebû
Fukeyhe gibi köleler ve zayıflar; Hazreti Zinnîre, Hazreti Lübeyne ve Hazreti
Nehdiyye gibi cariyeler vardır. Bunların hepsi de dinlerinden döndürülmek için
işkenceye uğramışlardı. Fakat çoğu, kâfirlerin dediklerine uymamış, bazısı ise
Peygamberimiz Aleyhisselâmın izniyle sadece dillerinden söylenileni
tekrarlamışlardı. Hazreti Ebû Bekir bu işkence gören erkek ve kadın köle
müslümanların yedisini büyük karşılıklarla satın alarak âzad etmişti.

Hazreti
Sümeyye ve Hazreti Yâsir en acı ve çirkin şekilde öldürülerek İslâmın ilk
şehîdleri olmuşlardı.

Müminlere
eziyet ve işkence edenlerin başında Ebû Cehil, Ebû Leheb, As b. Vâil, Ümeye b.
Halef, Velid b. Mugîre, Nadr b. Haris gibi ileri gelen Mekke kâfirleri
bulunuyordu.
İşkenceler



Mekke
müşriklerinin bütün düşmanca hareketlerine rağmen İslâm dini genişliyor,
müminlerin sayısı gittikçe çoğalıyordu. Fakat bu hal, kâfirlerin ezâ ve
cefâlarını daha da arttırmalarına yol açıyordu. Çünkü iman ile küfür arasındaki
mücadele böyle devam edegeliyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâm, düşmanların
kendilerine yaptıkları kötülüklere karşı, onları sarsmış olan her türlü dinî ve
medenî sapıklıklardan kurtarmaya, ebedî kurtuluşa, huzura kavuşturmaya
çalışıyor, Kur'ân okuyarak, İslâm'ın güzelliklerini, küfrün aşağılıklarını
anlatarak vazifesini ifâdan geri kalmıyordu.

Müşrikler ise,
İslâm'ın gelmesiyle o zamana kadar sürdürdükleri haksızlığın, zorbalığın ve bu
sayede elde ettikleri makam ve menfaatlerin elden gitmesinden, itibarlarının
kaybolarak zengin ve fakir, kuvvetli ve zayıf herkesin ilahî adalet önünde eşit
hale gelmesinden korkuyorlardı. Bunun için de, Ebû Tâlib'i sıkıştırarak,
müminlerin kuvvetlilerine kadar eziyeti arttırarak, hattâ Peygamberimiz
Aleyhisselâmı boğmaya kalkışacak kadar gözleri dönmüş bir şekilde hak dine ve
yolcularına saldırıyorlardı.
1. Habeşistan
Hicreti (M. 615 İslamın 6. Yılı)




İslâm'ın altıncı yılına rastlayan Mîlâdî 615 senesinde, Peygamberimiz
Aleyhisselâm sahabîlerinin bir kısmı ile Hazreti Erkam'ın evine taşınmış, bu
saadetti hane "Dâr-ı Erkam" adı ile İslâm'da çok mühim bir yer tutmaya
başlamıştı. Müslümanlar, artan eziyet ve işkence karşısında ibadetlerini
serbestçe yapabilecekleri ve yaşayacakları bir yere hicret, göç etmek için
Peygamberimiz Aleyhisselâmdan izin istediler. Kendilerine Habeş diyarına hicret
için müsaade verildi ve hayır dualarla yolcu edildiler.

Habeş
hicretine ilk katılan muhacirler 12 erkek ve 4 kadından ibaretti. Bunların
içinde Hazreti Osman b. Affan ve zevcesi, Peygamberimiz Aleyhisselâmın kızı
Hazreti Rukayye, Hazreti Zübeyr b. Avvam, Hazreti Abdurrahman b. Avf ve Hazreti
Abdullah b. Mesud gibi sahabiler bulunuyordu. Kureyş kâfirleri, onların
Mekke'den çıkışını duyarak peşlerinden gitmişlerdi. Ancak müminler gemiye
binerek Kızıldeniz'e açılmış olduklarından yetişemediler.

İslâm'ın
altıncı yılı, Mîlâdî 616 senesinde Ebû Tâlib'in oğlu Hazreti Cafer Tayyar
başkanlığında 83 erkek, 21 kadından meydana gelen 104 kişilik bir mümin
topluluğu daha Habeşistan'a hicret etmişlerdi. Müslümanlar Habeş hükümdarı
Ashame tarafından çok iyi karşılandılar ve her hususta yardım gördüler. Mekke
kâfirleri ise, onların iyi halde olduklarını öğrenmişler; orada da kuvvet
bulmasınlar diye elçiler göndererek, kendi vatandaşları olan bu insanların geri
verilmesini istemişlerdi. İsa Aleyhisselâmın şeriatı üzere tevhid inancında olan
Ashame ise, müminlerin verdiği güzel ve mantıklı cevablardan da kuvvet alarak
Kureyşlilerin isteklerini kabul etmemişti. Habeş Hükümdarının bu sıkıntılı
devirde, gösterdiği yakınlıkla İslâm'a ve insanlığa büyük hizmeti geçmiştir.

Habeşistan'da
çok iyi geçinen müminlerden bir kısmı, müslümanlarla kâfirlerin
anlaştıkları haberini duyarak Mekke'ye dönmüşler, ancak asılsız olduğunu
öğrenince tekrar hicret etmişlerdi. Garânik hadisesi adıyla anılan bu yanlış
haberden dolayı dönenlere, müşrikler yine işkenceden geri kalmamışlardır.
Hazreti
Hamzanın Müslüman Oluşu (M.616-İslamın 7. Yılı)




Peygamberimiz
Aleyhisselâm, her türlü güçlük karşısında insanları hak yola çağırmaya
çalışırken, düşmanlar da her fırsatta O'na ve müminlere eziyet etmekten geri
kalmıyorlardı. Hicretin altıncı yılında, bir gün Safa tepesinde oturmakta olan
Peygamberimiz Aleyhisselâm, Ebû Cehil'in kendisine karşı hakaret dolu sözlerine
sabır göstermiş, cevab vermeye tenezzül etmemişti. Bunu gören bir kadın, avdan
dönen ve Kabe'yi cahiliyet âdeti üzere tavaf etmekte olan amcası Hamza'ya
haber vermiş, hadiseyi sitemli sözlerle anlatmıştı.

Hamza,
yeğeninin hakarete uğramasına dayanamayarak kalabalık bir topluluk içerisinde
oturan Ebû Cehil'e çattı ve kafasına yayı ile vurup yardı. Adamları Ebû Cehil'in
uğradığı bu saldırı karşısında Hamza'ya karşılık vermek istediler. Ancak
Hamza'nın müslüman olmasından korkan Ebû Cehil, onun, kardeşinin oğlunun
intikamını almakta haklı olduğunu söyleyerek aşağıdan aldı. Hamza ise, Fahri
Kâinat Efendimize giderek yaptığını anlattı, Efendimizitesellî etmek istedi.
Fakat Peygamberimiz Aleyhisselâm, amcasına, ancak müslüman olduğu takdirde
tesellî bulup memnun olacağını bildirdi. Bunun üzerine Hazreti Hamza İslâm ile
şereflendi.
Hz. Ömer'in
Müslüman Oluşu (M.616 - İslamın 7. Yılı)




Hazreti
Hamza'nın iman etmesiyle, küfür ileri gelenleri korktuklarına uğramışlar,
kuvvetli bir destekçilerini kaybetmişlerdi. Bu korku ve telaşla acele alarak
toplandılar ve bu işe bir çare bulmanın yollarını araştırdılar. Sonunda
Peygamberimiz Aleyhisselâmı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Ancak
Peygamberimiz Aleyhisselâmın kabilesi Haşim Oğulları hayli kuvvetli olduğu için,
kimse böyle bir işi almaya cesaret edemiyordu. İçlerinde en cesuru, 33 yaşında
bir yiğit olan Ömer b. Hattab, ortaya çıktı ve bu işi üzerine aldı. Kâfirler
onun bu fedailiği karşısında çok sevindiler. Kendisini alkış ve övmelerle, büyük
vaad ve mükâfatlarla yola çıkardılar. Ömer, kılıcını sıyırmış bir halde hırsla
Peygamberimiz Aleyhisselâmın bulunduğu Dâr-ı Erkam'a giderken, yolda kızkardeşi
Hazreti Fâtıma ile eniştesi Hazreti Sa'd'ın da müslüman olduklarını öğrenince,
çileden çıktı. Önce onların işini bitirmek maksadıyla geri döndü. Onun geldiğini
duyan ve içeride Kur'ân okumakta olan ev halkı, korkuyla âyetleri sakladılar.
Fakat Ömer, okunan âyetleri duymuş, ne olduğunu sormuştu. Onlar gizlemek
isteyince, eniştesini ayağının altına aldı. Kocasına yardım etmek isterken,
kızkardeşi de yediği tokatla ağzı burnu kan içinde yere düştü. Ancak imanın
verdiği kuvvetle; "Ey Ömer, Allah'dan kork da yaptığın zulme bak! İşte biz,
müslüman olduk, başımızı kessen de imanımızdan dönmeyiz!" diye haykırdı.

Bu
duygulandırıcı manzara karşısında, yaptıklarından utanan ve pişman olan Ömer,
okuduklarını getirmelerini istedi. Kendisine Tâhâ ve Hadid Sûresi âyetlerini
getirip okudular. Kur'ân-ı Kerîm'in hakikatleri ve güzelliği karşısında kalbi
yumuşayan ve küfür düşüncelerini dışarı fırlatan Ömer, Fahri Kâinat Efendimize
götürülmesini istedi.

O sırada
Efendimiz eshabı ile Dâr-ı Erkam'da bulunuyordu Ömer'in geldiğini gören ve duyan
müminler endişe ve korkuya kapıldı. Yalnız Hazreti Hamza istifini bozmadı.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, Hazreti Cibril'den müjdeyi aldığı için sakin bir
şekilde bekliyordu. Nitekim içeri girer girmez kendisine müslüman olmasını
teklif ettiği zaman, Hazreti Ömer kelime-i şehadet getirip İslâm'ın 40'ıncı
yiğidi olma şerefini kazanıyordu. Müslümanlar ise, önce Hazreti Hamza, üç gün
sonra da Hazreti Ömer'i kazanmakla büyük sevince boğuldular.
Kâbede İlk
açık Namaz




Hazreti
Ömer'in teklifi ile, Peygamberimiz Aleyhisselâm ve müminler toplu halde meydana
çıktılar ve namaz kılmak üzere Kabe'ye yürüdüler. Peygamberimiz Aleyhisselâmı
öldürmek üzere gönderdikleri Hazreti Ömer'in; Peygamberimizin yanında diğer
müslümanlarla beraber geldiğini gören kâfirler, endişeye kapıldılar. Hazreti
Ömer'in meydan okuyan sözleri karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar, her biri
bir tarafa sıvıştılar.

Müminler ise
Fahri Kâinat Efendimizle, Kabe'de ilk defa açıkça kıldıkları namaz ve
getirdikleri tekbirlerle etrafı inletiyorlardı. Peygamberliğin yedinci, miladın
616'ncı yılında küfrün iki ana direğini, kendi sarayına kazanan İslâm'a
girenlerin sayısı, bu iki sahabiden sonra aynı sene içerisinde 300'e çıkmış
oluyordu.
Müminler
Muhasaraya Alınıyor (M.616 - 619)




Kureyş'in
ileri gelenlerinden Hazreti Hamza ve Hazreti Ömer gibi iki yiğidin müslümanlar
tarafına geçmesi, kâfirleri düşündürmeye başladı. Düşman oldukları topluluk
günden güne kuvvetleniyor, inanmadıkları din gittikçe yayılıyordu. Toplanıp ne
yapacaklarını konuştular. Nihayet müslümanlar ve onlara yardımcı olanlarla her
türlü alâkayı kesmeye, kendilerine boykot ilân ederek muhasara ve abluka altına
almayı kararlaştırdılar.

Alış-veriş
etmemek, kız alıp vermemek, görüşüp buluşmamak ve yardımcı olmamak gibi maddeler
koyarak bu hususta bir de ahidname, andlaşma yazdılar. Ahidnameyi götürüp
Kabe'nin duvarına astılar, yaptıkları işe mukaddeslik vermek istediler. Böylece
İslâm'ın yedinci yılının başı olan Muharrem ayında, Mîlâdî 616 senesinde
Peygamberimiz Aleyhisselâm ile müslümanlar, onlara destekte bulunan Haşim
Oğulları, Ebû Tâlib mahallesi denilen yerde hapis kalmaya başladılar.

Kureyş
kâfirleri bu hareketleriyle müslümanları ve yardımcılarını yıldırmak, aç ve
susuz, ticarî ve medenî haklardan mahrum ve çaresiz bırakarak teslim olmaya,
Peygamberimiz Aleyhisselâmı desteklemekten caydırmaya çalışıyorlardı. Ancak
Müslümanlar ve Ebû Talib'in idaresindeki Haşim Oğulları, her türlü sıkıntıya
katlanarak Peygamberimizin etrafından ayrılmamaya kararlıydılar. Peygamberimiz
Aleyhisselâmın amcalarından Ebû Leheb ise, akrabalarının ölümüne bile göz
yumarak kâfirlerle beraber olmaktan çekinmemişti.

Üç
senelik muhasara devrinde, müminler ve dostları her türlü sıkıntı ile
karşılaştılar. Aç ve susuz kaldılar, çocukların açlıktan feryadları Mekke
sokaklarını inletir oldu. Yiyeceksizlikten ağaç yapraklarını, deri parçalarını
yemek zorunda kaldılar. Bu insanlık dışı davranışlar, küfür sapıklığına düşmüş
azgınlara en ufak bir acıma duygusu, pişmanlık hissi vermiyordu. Gelen
kervanların mallarını en pahalı fiyatı vererek yere dökerek müminlerin
almalarını önlüyorlardı. Muhasara altında kalanlara gizlice yardım etmek isteyen
yakınlarını en ağır cezalara çarptırıyorlardı.

Mîlâdî 616-619
yıllarında devam eden bu sıkıntılı hayat sırasında, sadece haram aylardaki
yumuşaklıktan faydalanarak ihtiyaçlar sağlanıyordu. Peygamberimiz Aleyhisselâm
da hak yola çağırma vazifesini ancak bu aylarda yapabiliyordu. Bu üç senelik
zaman içerisinde de pek çok mucizeler meydana geldi. Birçok kimseler imanla
şereflendi. Ahidnameyi yazan Mansur b. ikrime adındaki kâfirin elleri kurudu.
Ahidnamenin Allahü Teâlâ'nın ismi bulunan yerinden başka her tarafını güveler
yedi. Akıl ve vicdandan nasibi olanlar insafa geldi. Yakınlarının bu haline
dayanamayan bazı Mekkeliler güve yemekle hükümsüz kalan ahidnameyi astıkları
yerden indirdiler. Gösterdikleri gayret ve çaba ile muhasara altındaki
insanların serbest bırakılmasını sağladılar.

İslâm ehli ve
dostları üç yıllık sıkıntı ve azabdan kurtuldukları için Mekke'de adetâ bayram
yapıldı. Herkes evine, eşine, dostuna, akrabasına kavuştu, birbiri ile
kaynaştı.
Hüzün Yılı
(M.619)




Müslümanların
ve dostlarının sevinmesi fazla sürmeden, muhasaradan sekiz ay sonra Ebû Tâlib,
ondan üç gün sonra da Hazreti Hatice vefat etti. Müminler üstüste gelen bu
acıyla sarsıldı, Peygamberimiz Aleyhisselâm çok üzüldü.

Ebû Tâlib,
küçüklüğünden beri Peygamberimiz Aleyhisselâmı öz evladından daha çok severek
büyütmüş, baba olmuş, kendisi iman etmemekle beraber imansızlara karşı korumuş,
her zaman O'na kanat germişti. Onun ölümüyle Peygamberimiz Aleyhisselâmın çok
üzülmesi, iki sebebe bağlıydı. Biri, o kadar destek ve yardımına rağmen iman
etmeyip küfür üzere gitmesi, diğeri gözle görülür bir himayeden mahrum
kalmasıydı.

80 yaşında
ölen Ebû Talib'den üç gün sonra da, müminlerin validesi, Peygamberimiz
Aleyhisselâmın en büyük ve yakın desteği Hazreti Hatice, 65 yaşında vefat etti.
Peygamberimizin ve sahabilerinrin acısı bir kat daha arttı. Onların üstüste
uğradığı bu acı sebebiyle, miladın 620'nci, İslâm'ın ise 11. senesine rastlayan
bu yıla "Hüzün Yılı" adı verildi.
Taif
Yolculuğu (M.620 - İslamın 11. Yılı)




Ebû Talib'in
ölümünden sonra, kâfirlerin Fahri Kâinat Efendimize ve sahabilerine karşı
düşmanlıkları iyice arttı. Kureyş'in idaresi düşmanların eline geçtiği için,
eziyet ve işkenceleri dayanılmaz hale geldi. Daha önce söz sihirbazlığı ile
suçladıkları Fahri Kâinat Efendimize toprak, deve işkembesi pislikleri atarak en
ağır işkenceleri uygulamaya başladılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm bütün bu
güçlüklere rağmen, panayırlarda, hac mevsimlerinde civardan gelen insanları hak
yola çağırmaktan geri kalmıyordu. Başta amcası Ebû Leheb olmak üzere, müşrikler
ise yol başlarında bekleyerek O'na inanmamalarını söylüyorlardı. Peygamberimizin
İslâm'a çağırışının arkasından, hemen kendisini yalancılıkla, sihirbazlıkla,
huzuru bozmakla suçluyorlardı.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm, Kureyşlilerin bu zulüm ve baskısından biraz uzak kalmak ve
vazifesini başka yerlerde yapabilmek için Mekke dışına çıktı. Mîlâdî 620 yılının
Şevval ayında, ilk müminlerden âzadlı kölesi Hazreti Zeyd b. Harise ile beraber
Hicaz şehirlerinden Taife gitti. Burada akrabası da olduğu için, imana
geleceklerinden ümitli idi. On gün kadar kalarak puta tapan halkı, Allahü
Teâlâ'nın varlığına ve birliğine îman etmeye çağırdı.

Fakat
Taif'liler, yazın bağlık ve bahçelik şehirlerinde sayfiyeye gelen Mekkelilerle
aralarının bozulmasını, putlarının ve yaşayışlarının değerini kaybetmesini
istemediler. Onun için de Fahri Kâinat Efendimize îman etmek şöyle dursun,
peşine taktıkları serseri ve başıbozuk takımıyla işkence ettiler. Serseri ve
çapulcular önce alay ederek, sonra şehir dışına kovalayarak taşa tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselâmın mübarek ayaklarını yaraladılar, kanlar içinde
bıraktılar. Kızgın güneşin altında hem kaçan ve hem o hazrete siper olmaya
çalışan Hazreti Zeyd'i de yaraladılar.

Binbir
güçlükle Mekkeli iki kardeşin bağına sığman Peygamberimiz Aleyhisselâm
kendisinden önce, arkadaşının yarasıyla ilgilendi. Gördüğü bu en ağır ezâ
karşısında, o insanların helak olmalarını istemedi. İmana gelmeleri, kurtuluşa
ermeleri için duada bulundu. Bağda kendilerine üzüm getiren, Yunus
Aleyhisselâmın hemşehrisi Ninova'lı bir Hıristiyan köle olan Hazreti Addas İslâm
ile şereflendi.

Peygamberimiz
Aleyhisselâmın başına gelenler Mekke'de duyulmuştu. Onun için müminlerin
tavsiyesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselâm kâfirlerden Mut'ım b. Adiyy'in
himayesini istedi. Onun kabul etmesiyle Kabe'ye gidip namaz kıldı. Mut'ım'ın bu
iyiliği müminler tarafından hiç bir zaman unutulmadı. Ancak kendisi kâfir olarak
Bedir Harbinde öldü.

Peygamberimiz
bu defa mukaddes vazifesini yerine getirmek için, etraf kabilelere gitti.
Onların putları bırakıp hakikate gelmelerini söyledi. Fakat Mekke kâfirlerinin
tesiri her yerde hüküm sürdüğü için ümid edilen fayda elde edilemedi.
Birinci Akabe
Biati (M.620 - İslamın 11. Yılı)




Peygamberimiz
Aleyhisselâm İslâm'ın 11'inci yılı hac mevsiminde, etraftan gelen ziyaretçileri
hak yola çağırmaya çıkmıştı. Mekke ile Mina arasında, Akabe denilen tepede
Medine'li altı kişiye rastladı. Kendilerine Kur'ân okuyup vaaz ve nasihatta
bulundu, iman etmeye çağırdı. Onlar da beraber yaşadıkları yahudilerden böyle
bir peygamber geleceğini duyarlardı. Hattâ yahudiler kendilerinin Allah'ın dini
üzere olduklarını, onların ise puta taptıklarını söyleyerek kınarlar ve
aşağılarlardı. Medine'nin Hazrec kabilesinden olan bu kimseler, Evs kabilesiyle
aralarında çıkan çarpışmalardan hayli yıpranmışlar ve destekçi bulmak için yola
çıkmışlardı. Yahudilerle de süregelen savaşlar ve onların baskısı altında
ezilmişlerdi. Böylece geleceğini duydukları peygambere îman ederek Medine'den
islâm kervanına katılan ilk müslümanlar ve Ensâr oldular.

Hazreti Esad
b. Zürâre, Hazreti Rafi' b. Mâlik, Hazreti Avf b. Haris, Hazreti Kutbe b. Amir,
Hazreti Utbe b. Amir ve Hazreti Haris b. Abdullah'dan meydana gelen bu ilk Ensâr
topluluğu, Medine'ye dönünce, duyduklarını anlattılar. Böylece hak din orada da
yayılmaya, kuvvet bulmaya başladı.

Bu ilk
Medine'li müslümanların Peygamberimiz Aleyhisselâma îman ettikleri gün, "İlk
Akabe Buluşması" adıyla anılır. Ertesi sene ise yine bunlardan beş kişinin de
içlerinde bulunduğu 12 kişilik bir Kaafile, hac mevsiminde Akabe'ye geldi.
Burada Peygamberimiz Aleyhisselâmla buluşup kendisine bîat ettiler. "Birinci
Akabe Bîatı" diye isimlendirilen bu karşılaşmada, ilk defa Peygamberimiz
Aleyhisselâmın elini tutarak hırsızlıktan, kız çocuklarını öldürmekten, nikâhsız
yaşamaktan, yalan ve iftiradan kaçınmak, Allah ve Rasûlüne itaatten ayrılmamak
üzere ahid verdiler.

Akabe bîatıyla
İslâm'da yeni bir devir açılıyor, Arap Yarımadasında hüküm süren şirk ve zulüm
hayatına karşı bayrak açılarak, din ve insan hakları için büyük bir hizmet
başlıyordu. Bu müslümanlar Medine'ye dönerek yine din hizmetine başladılar.
Kendilerine din öğretmek üzere Hazreti Mus'ab b. Umeyr gönderildi.

Reisleri ise
Hazreti Esad b. Zürâre idi. İslâmiyet Medine'de gittikçe yayıldı. Puta tapmayı
bırakıp müslüman olanların sayısı kısa zamanda 40'a yükseldi. Hazreti Mus'ab'ın
yumuşak ve ikna edici nasihatleri, en katı insanların kalbini bile İslâm'a
açıyordu.
Mi'rac
Mucizesi (M.621-İslamın 12. Yılı)




Birinci Akabe
bîatından sonra, İslâm'ın 12'nci, milâdın 621'inci yılında Receb ayının 27'nci,
Cuma gecesinde Mi'rac Mucizesi meydana geldi. Yükseğe çıkmak, yücelmek ve gece
vakti yol almak mânâlarından dolayı İsra ve Miraç adıyla anılan bu büyük
hadisede pek çok sırlar ve lütuflar vardır. İsrâ Sûresi âyetlerinde bu mucize
bildirilmektedir.

Cebrail
Aleyhisselâm, Allahü Teâlâ'nın emriyle bir gece, Peygamberimiz Aleyhisselâmı
Mescid-i Haram'dan alıp Mescid-i Aksâ'ya getirdi. Oradan da göklere çıkarıp
gezdirdi. Buralarda peygamberlerle karşılaştı ve tanıştı. Hiç bir peygambere
nasib olmayan nice âlemler ve hakikatlere ulaştı. Allahü Teâlâ'nın dilediği yere
kadar vardı, neler gördü, neler...

Mi'rac
gecesinde o zamana kadar sabah ve akşam iki vakit olarak kılınan namaz beş
vakite çıkarıldı. Bakara Sûresi'nin sonu olan Âmenerrasûlü âyetleri ile Allahü
Teâlâ'ya ortak koşanların dışında bütün müminlerin Cennete girecekleri müjdeleri
gibi hediyeler verildi. Efendimiz bütün bu hakikatlere çok kısa bir zamanda ruh
ve cesediyle beraber erip döndü.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm ertesi günü Mi'rac mucizesini insanlara haber verdi. İlk önce
Hazreti Ebû Bekir kabul ve tasdik ettiği için "Sıddîk" lâkabını aldı. Diğer
sahabiler de kabul ederek tebriklerde bulundular. Ancak kâfirler, kuru akılla
böyle bir şeyin imkansız olduğunu söylediler. Kervanların bir- ayda gidip bir
ayda döndüğü Mescid-i Aksâ'ya ve daha ötelere bir gecede gidip gelmeyi mümkün
görmediler. Mescid-i Aksa ile ilgili sorularına, mucize ile tam ve doğru cevap
veren Peygamberimiz Aleyhisselâmı yine yalanlamaktan geri kalmadılar.
İkinci Akabe
Biati (M.622 - isiamm 13. Yılı)




Peygamberliğin
13'üncü, milâdın 622'nci yılında yine hac mevsiminde Peygamberimiz Aleyhisseiâm
ile buluşan ve bîat eden Medine'li müslümanların sayısı 75'e ulaşmıştı. Bu
müminler içerisinde Hazreti Halid b. Zeyd Ebû Eyyub Ensarî ve iki de kadın
bulunuyordu. Bu üçüncü buluşmaya "İkinci Akabe Bîatı" adı verildi.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm, bu toplantıya henüz îman etmemiş olan amcası Abbas ile gelmiş ve
Medine'ye hicretin şartları görüşülmüştü. Müslümanlar Allah ve Rasûlüne her hal
içerisinde itaat içinde olacaklarına, Peygamberimiz Aleyhisselâmı
kendi nefisleri, çoluk ve çocukları gibi düşmanlarından koruyacaklarına,
doğru olanın yapılması için hiç bir şeyden çekinmeyeceklerine mallarıyla ve
canlarıyla bu yolda çalışacaklarına söz verdiler.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm kendisine bîat edildikten sonra, Medine'lilerin arasından 12
temsilci seçip kabilelerinin başına tayin etti. Müslümanlar toplantı
yerine gizli ve ayrı ayrı geldikleri için müşriklerin haberleri her şey
bittikten sonra oldu. Bu sebeple de bir şey yapamadılar.
Hicret
Hazırlıkları




Kâfirlerin
işkence ve baskıları son hadde ulaştığı bir sırada, müminlerin Medine şehrine
hicret etmelerine izin verildi. Böylece Peygamberliğin 14'üncü yılında iman
ehli, birer, ikişer, küçük gruplar halinde Mekke'den ayrılmaya başladılar. Allah
yolunda uğradıkları zulüm ve cefâdan dolayı, mallarını, mülklerini, yakınlarını
terkederek yine Allah rızâsı için memleketlerinden göç ediyorlardı.

Müminlerin
hicreti, Medine'li müslümanlarla son Akabe bîatı sırasında Zilhicce ayında
kararlaştırılmıştı. Mîlâdî 622 yılının Nisan ayına rastlayan Muharrem ayı
başlarında da hicret için izin çıkmıştı. Kureyş kâfirleri, düşman oldukları
kimselerin aralarından ayrılmalarını istemekle beraber, bir taraftan da
endişeleniyorlardı. Onun için istemedikleri insanların çıkıp gitmelerinde bile
düşmanlıktan geri kalmıyorlardı. Kâfirlerin zararından korunmak için bütün
müminler gizlice göç ederlerken, Hazreti Ömer kılıcını kuşanmış bir halde
Kabe'yi tavaf ettikten sonra, din düşmanlarına meydan okuyarak yola çıktı.
Kendisine kimse karşılık vermeye cesaret edemedi.

Müslümanların
dinleri uğruna her şeylerini bırakıp vatanları olan Mekke'den ayrılmalarına
"Hicret", kendilerine "Muhacirler", onları Medine'de karşılayıp Allah için her
türlü maddî ve manevî yardımda bulunan müminlere de "Ensâr" adı verildi. İslâm
Dininde zulme uğrayanların yurdlarını terkedip yeni bir memlekete sığınmaları ve
orada yaşayan müslümanların kendilerine kucak açıp kardeşçe davranmaları gibi
büyük bir dayanışma ve kaynaşmayı, Allah yolunda beraber çalışmayı sergileyen
Hicret hadisesi, tarihte çok mühim bir yer tutmaktadır.
Öldürme
Kararı




Bir müddet
sonra Mekke'de Peygamberimiz, Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ali ve hapsedilenlerle
beraber bir kaç mümin kalmıştı. Kureyş kâfirleri önce kendilerinden
kurtulduklarını sanarak rahatladıkları müminlerin, Medine'de toplanıp birleşerek
kuvvet bulduklarını görünce endişeye kapıldılar. Çünkü Medine, Mekkelilerin Şam
ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu sebeple, kendileri için tehlike
gözüküyordu. Üstelik müminlerin orada iyice kuvvetlenmeleriyle islâm'ın civar
kabilelere de yayılması, tehlikeyi daha da büyütüyordu.

Kureyş
kâfirleri acele olarak toplandılar. Peygamberimiz Aleyhisselâm gidip müminlerin
başına geçmeden bu işi bitirmek, tehlikeyi ortadan kaldırmak istediler. Ne
yapacaklarına dair uzun uzun konuştular. Zincire vurup hapsetmek veya başka bir
yere sürgüne göndermek gibi bir çok fikirler ileri sürdüler. Ancak bunların
hepsinin bir mahzuru ortaya çıkıyor, istenilen neticeyi vermesi de şüpheli
görülüyordu.

Nihayet en cin
fikirlileri olan Ebû Cehil, Peygamberimizin vücudunun ortadan kaldırılmasını
söyledi. Kan dâvasını önlemek için de, her kabileden seçilecek birer yiğidin
topluca hücum etmelerini ileri sürdü. Böylece kimin öldürdüğü bilinmeyecek,
Hâşim Oğulları da bu kadar kabileye karşı koyamayacağı için diyet ödenmesine
razı olacak, iş de kolayca kapanıverecekti.

Ebû Cehil'in
fikri kabul edildi. Kureyş'in çapulcuları Peygamberimiz Aleyhisselâmı öldürmek
için saadetti hanesini geceleyin çevirdiler. Niyetleri kapıdan sabah vakti çıkar
çıkmaz işlerini bitirmekti. Ancak Allahü Teâlâ, Cebrail Aleyhisselâm ile onların
kötü ve korkunç niyetini sevgili peygamberine bildirdi. Efendimiz (A.S) de
yatağına Hazreti Ali'yi yatırdı. Kendisi ise, Yasin Sûresi'ni okuyarak
müşriklerin arasından çıkıp gitti. Kâfirler işin farkına bile varamadılar.
Sabahleyin yatakta Hazreti Ali'yi görünce küplere bindiler.
Mekke'den
Ayrılış Ve Sevr Mağarası (M.622-İslamın13. Yılı)




Peygamberimiz
Aleyhisselâm, kendisine hicret etmek arzusunu bildiren fakat her defasında
beklemesi söylenen en yakın dostu Hazreti Ebû Bekir'in yanına varmıştı.
Hazırlıklarını tamamlayıp yola çıktılar. Mekke'ye birbuçuk saatlik mesafedeki
Sevr dağında bir mağaraya gizlendiler. Mekke'den ayrılırken ayakkabılarını
çıkarmışlar, ayaklarının uçlarına basarak yol almışlardı.

Peygamberimiz
Aleyhisselâm, iman etmeyen fakat yine de en emin kişi olduğunu kabul eden
Kureyşlilerin; kendisine bıraktıkları emanetlerini de Hazreti Ali'ye teslim
etmişti. Hazreti Ali de Efendimiz (A.S) Mekke'den ayrıldıktan sonra bu
emanetleri sahihlerine vermiş, onlardan üç gün sonra yalnız olarak Medine'ye
hareket etmişti.

Kureyş
kâfirleri, Peygamberimiz Aleyhisselâmı ellerinden kaçırdıktan sonra, 100 deve
mükâfat vaadiyle, peşine bir çok adamlar saldılar. Kendileri de en iyi
kılavuzları tutarak aramaya çıktılar. Bir ara gizlendikleri mağaranın kapısına
kadar geldiler. Ancak mağaranın ağzındaki ağaca yuva yapan güvercinleri, kapıyı
ördükleri ağ ile kapatan örümcekleri görünce döndüler. Bu halde içeriye kimsenin
girmemiş olduğunu sandılar. Halbuki onların konuşmaları içeriden duyuluyor,
Hazreti Ebû Bekir Peygamberimiz Aleyhisselâm için endişeye kapılıyordu.
Efendimiz (A.S) ise, yakın dostunu:

-"Mahzun
olma, Allahü Teâlâ bizimle beraberdir!"
diye tesellî
ediyordu.
Bulana 100
Deve




Peygamberimiz
Aleyhisselâm, hicret arkadaşı ile üç gün üç gece mağarada kaldı. Bu zaman
içerisinde Hazreti Ebû Bekir'in oğlu Abdullah haberleri bildirir, âzadlı kölesi
Hazreti Âmir b. Füheyre de sütlerini getirirdi. Üç gün sonra, arama işi biraz
gevşeyince, kılavuz seçilen kimse develeri getirdi. Kılavuz kâfir olmakla
beraber, yolu en iyi bilen, güvenilir bir adamdı. Hazreti Âmir de yanlarında
olarak Medine'ye doğru yola çıktılar. Sapa ve kestirme yollardan gittiler.

Kureyş'in 100
develik mükâfatını duyan Süraka adında yiğit bir pehlivan, Fahri Kâinat
Efendimize yetişmeyi başarmıştı. Hazreti Ebû Bekir'in endişeleri arasında
kılıcını çekip atını sürdü. Ancak atının ayakları kumlara gömülüp aşağı
yuvarlandı. Bütün gayretleri sonuç vermeyince, bir şey yapamayacağını anladı.
Pişmanlık duyarak Peygamberimiz Aleyhisselâmdan aman diledi. İsteğinin kabul
edilmesiyle o tarafa gelenleri de geri çevirdi. İleriki senelerde ise İslâm'la
şereflendi.

Medine
yolcularını yakalamak isteyenlerden biri de 70 kişiyle takip eden Büreyde idi.
Ancak Peygamberimiz Aleyhisselâmla karşılaşınca, onu bağlayıp götürmek isterken
kendisi O'na bağlandı kaldı. Yanındakilerle beraber müslüman olup beyaz sarığını
mızrağına geçirerek Peygamberimizin ilk bayraktarlığını yaptı.

Yolda daha bir
çok mucizeler meydana geldi. Nihayet İslâm'ın 13'üncü senesi Rebîulevvel ayına
rastlayan Mîlâdî 17 Temmuz 622 tarihinde, Mekke'den çıkıp 13 günlük yolu 8 günde
alarak Medine'ye hicret eden Peygamberimiz Aleyhisselâm ve en yakın dostu, Kuba
köyüne ulaştı. Peygamberimiz Aleyhisselâmın gelmesini her gün güneşin altında
dört gözle bekleyen ve bunun için yollara dökülen müminler, yüksek bir kuledeki
yahudinin "Beklediğiniz zât geliyor!" diye bağırmasıyla sevince boğuldular.
Medine adetâ bayram yerine döndü. Hep beraber Peygamberimiz Aleyhisselâmı
karşıladılar.
Cuma Namazı
Farz Kılındı




Peygamberimiz
Aleyhisselâm, Medine'ye bir saatlik mesafede bulunan Küba'da iki hafta kadar
kaldı. İslâm'da ilk mescid olan Kuba mescidini yaptırdı. Hazreti Ali ile bazı
sahabiler burada kendisine kavuştu. Daha sonra bir Cuma günü, etrafını kuşatan
müminlerle Medine'ye hareket etti. Rânûna vadisindeki Salim Oğulları yurdundan
geçerken, öğle vakti Cuma namazı farz kılındı. Peygamberimiz Aleyhisselâm bu
emri bildirerek ilk Cuma namazını kıldırdı ve güzel bir hutbe okudu.

Aynı günün
akşamı Medine'liler Peygamberimiz Aleyhisselâmı büyük bir sevgi ile
karşıladılar, bayram yaptılar. Kendisini ve O'na inanarak hicret edenleri
başlarına tâc ettiler. Peygamberimiz Aleyhisselâmı müsafir etmek için yarışa
girdiler. Efendimiz (A.S) ise, hiçbirini kırmamak için devesini serbest bıraktı.
DevesininHazreti Halid b. Zeyd Ebû Eyyub Ensarî'nin evinin yanına çökmesiyle,
yedi ay onun evinde müsafir kaldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İlk Vahiy...Peygamberlik ve İslam Dininin Gelişi (M.610)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İslam Tarihi – Asım Köksal

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
TurkuazForum | Bilgi Paylaşım Platformu :: Dini Bölüm :: Hz.Muhammed(S.A.V)'in Hayatı-
Buraya geçin: